Yurtdışından gelen siyasi liderler İstanbul'a geldiklerinde illa bir Sultanahmet yaparlar.. Görüşmeler bittikten sonra x ülkesinin lideri Sultanahmet'e gelir bir halı malı alır ardından ayasofya'da 3-5 tur attıktan sonra hoop bana eyvallah..
Arkadaş İstanbul gibi muazzam bir şehirde başka yer mi yok hep buralarda takılır bu insanlar.. Hayır güzel yer, hakkını vermek lazım; ama koca şehirde başka yer mi yok yıllardır buraya geliyorlar.. Azıcık da karşıya geçin lan.. Türkiye'ye gelen - özellikle batı liderleri-, Sultanahmet'e uğramazsa o görüşmeler o anlaşmalar eksik kalıyor herhalde.. Prosedür gereği herhal.. İngiltere kraliçesi II. Elizabeth bakırköy'e gelsin bir sefer de, obama Bayrampaşa'ya gelsin.. Ülkenimize dün gelen Alman Cumhurbaşbakanı Wulff da "milli" olarak sultanahmet'te turladı..
Laleli'deki turist kandırmacası
Sevgili babam Recep Ağırbaş'a göre, zamanında turistlere, "aha beyler, burası istanbul'un en güzel yeri" denerek kandırılan turistler zamanla istanbul'un en nezih ve turistik yeri olarak orayı bellemişler.. Sağıma bakıyoryum derici, soluma bakıyorum çöplük, taşları yerinden sökülmüş dik yokuşlar, elinde sigarayla koca bir koli bandı tamamen kullanılarak kaplanan siyah poşetleri sırtlayan adamlar.. "Welcome to Istanbul" bu mudur yani..
Ağırlıklı olarak Rusların oluşturduğu laleli turistleri, 'zamanında' kandırıldıkları gibi hala kandırılmaya devam ediliyor. Şöyle ki, dükkanlara verilen "çakma italyanca" isimler (genelde italyan futbolcu isimleri) doğulu amcalarımızın mallarının değerini yükseltmek için turistlere yaptıkları bir göz boyama..
del pierro!?
Hayır hayır.. Bizim bildiğimiz futbolcu del pierro değil bu; deri ceket mağazası.. Bir çoğunu görebileceğimiz bu isimlerden bir kaçı, Borletti, Pierre colante, nesta ve niceleri.. He turistler bunu yiyiyor mu? Bal gibi..
23 Ekim 2010 Cumartesi
19 Ekim 2010 Salı
Kaçın! Burda yazı var!!
Okumayı-yazmayı bilen ve okumayı çok seven harika bir toplumuz.. NAHH!!
Tahsillisi tahsilsizi, yaşlısı genci evlisi bekarı kısacası toplumun her kesimi.. Okumaktan o kadar çok korkuyoruz ki, harfleri "umacı" olarak addediyoruz adeta..
T.C'nin memuru büyük bir ciddiyetle ve tek satır atlamadan resmi belgeleri okur! : Hıı vıı hıı vuu hıı hıı.. Tamam imzalayalım..
Ülkedeki gençlik, köşe yazarları dahil gazetelerde tüm haberleri okuyor!:
He, n'olmuş hıı, buna nolmuş hee, buna nolmuş; lan okudum o başlığı neyse ya arka sayfaya bakalım hangi mankeni koymuşlar off, bir de şu sayfaya bakayım, ulan yine sakat dolu takım yea..
Ülkemizde o kadar çok kitap okunuyor ki arz-talep dengesi yamuldu.. Son verilere göre ülkemizde 2009 yılında toplam 560 milyon kitap basıldı.. Hepsi okundu ama.. Valla..
Her nesil daha da kötüye doğru gidiyor Benden büyükler, bana "ben senin yaşında.." derken benden küçüklere de "ben senin yaşında.." diyorum.. Peki benim yaşım senin yaşın hani benim aşım muhabbetini artık bir yerde bırakıp "ulan nesil nereye gidiyorsun?" diyen bir sade vatandaşımız yok mu.. Okuma kültürü kapanıyor.. Gençler ve çocuklar her şeyi internetten öğrenmeye başladılar ki internet denilen geniş ağ bağlantısında herkes kendi kafasına göre yazabiliyor, nasıl olup da güvenilebilir ki internetten alınan bilgiye.. Kitabın bir zevki var ama sayfa çeviriyorsun kokuyor falan diye konuşup "bak ben kitap kurduyum" şeklinde kafalarda imaj çizmeye çalışan dinozorlara da burdan selamlarımı(!) iletilirim; fakat bir şey araştırılıyorsa mutlak bir şekilde kitaplara başvurmak gerekmekte. Kaba et üstüne oturup araştırmak ; 5 dakikalık yolu yürümeyip sınırsız akbili var diye otobüse binen insanlara benzetirken aynı zamanda o insancıkların damarlarında hızlı bir şekilde kan değil; yoğun ve ağır bir şekilde kavanozdan kaseye akan reçel gibi olduğunu düşünmekteyim..
Gençlerimiz belden aşağı veya komedi ihtiva eden bir metni soluksuz ve yorulmadan okuyabilirken normal temalı bir yazıyı okurken 2. paragrafta sıkılıp of puf'lara başlıyor..
İnsanlara beğendiğiniz bir yazıyı veya kendi yazınızı okumasını rica ettiğinizde alacağınız cevap bu olacaktır.. İnsanlar delicesine kaçıp türlü bahaneler üretiyor sürekli bir işleri olyor veya telefonla konuşuyorlar..
Korkmayın yahu harfler yemez!!
Bazı gençlerimizin kafalarında da böyle bir imaj var.. Kız/erkek arkadaşını ya da "yarın ne yapsam"larvari düşünceler dışında başka bir şey düşünürsen bilmiş, ukala oluyor; msn veya KMS(Bkz: Kısa Mesaj Servisi) metinleri dışında bir şey okuyorsanız boş zamanı boşa harcayan zübükler şeklinde ithamlarla karşı karşıya olabiliyorsunuz. Son dönemlerde moda deyişlerden olan "Özet geç" sözüne uyayım madem; hasılı Okumayalım ulan kaçalım.. Nereye mi? Yazının bulunmaığı döneme gidelim; ama internetimiz olsun.. Kitaptı gazeteydi falan olursa akıllanırız maazallah.. Aman evlerden ırak!
Tahsillisi tahsilsizi, yaşlısı genci evlisi bekarı kısacası toplumun her kesimi.. Okumaktan o kadar çok korkuyoruz ki, harfleri "umacı" olarak addediyoruz adeta..
T.C'nin memuru büyük bir ciddiyetle ve tek satır atlamadan resmi belgeleri okur! : Hıı vıı hıı vuu hıı hıı.. Tamam imzalayalım..
Ülkedeki gençlik, köşe yazarları dahil gazetelerde tüm haberleri okuyor!:
He, n'olmuş hıı, buna nolmuş hee, buna nolmuş; lan okudum o başlığı neyse ya arka sayfaya bakalım hangi mankeni koymuşlar off, bir de şu sayfaya bakayım, ulan yine sakat dolu takım yea..
Ülkemizde o kadar çok kitap okunuyor ki arz-talep dengesi yamuldu.. Son verilere göre ülkemizde 2009 yılında toplam 560 milyon kitap basıldı.. Hepsi okundu ama.. Valla..
Her nesil daha da kötüye doğru gidiyor Benden büyükler, bana "ben senin yaşında.." derken benden küçüklere de "ben senin yaşında.." diyorum.. Peki benim yaşım senin yaşın hani benim aşım muhabbetini artık bir yerde bırakıp "ulan nesil nereye gidiyorsun?" diyen bir sade vatandaşımız yok mu.. Okuma kültürü kapanıyor.. Gençler ve çocuklar her şeyi internetten öğrenmeye başladılar ki internet denilen geniş ağ bağlantısında herkes kendi kafasına göre yazabiliyor, nasıl olup da güvenilebilir ki internetten alınan bilgiye.. Kitabın bir zevki var ama sayfa çeviriyorsun kokuyor falan diye konuşup "bak ben kitap kurduyum" şeklinde kafalarda imaj çizmeye çalışan dinozorlara da burdan selamlarımı(!) iletilirim; fakat bir şey araştırılıyorsa mutlak bir şekilde kitaplara başvurmak gerekmekte. Kaba et üstüne oturup araştırmak ; 5 dakikalık yolu yürümeyip sınırsız akbili var diye otobüse binen insanlara benzetirken aynı zamanda o insancıkların damarlarında hızlı bir şekilde kan değil; yoğun ve ağır bir şekilde kavanozdan kaseye akan reçel gibi olduğunu düşünmekteyim..
Gençlerimiz belden aşağı veya komedi ihtiva eden bir metni soluksuz ve yorulmadan okuyabilirken normal temalı bir yazıyı okurken 2. paragrafta sıkılıp of puf'lara başlıyor..
İnsanlara beğendiğiniz bir yazıyı veya kendi yazınızı okumasını rica ettiğinizde alacağınız cevap bu olacaktır.. İnsanlar delicesine kaçıp türlü bahaneler üretiyor sürekli bir işleri olyor veya telefonla konuşuyorlar..
Korkmayın yahu harfler yemez!!
Bazı gençlerimizin kafalarında da böyle bir imaj var.. Kız/erkek arkadaşını ya da "yarın ne yapsam"larvari düşünceler dışında başka bir şey düşünürsen bilmiş, ukala oluyor; msn veya KMS(Bkz: Kısa Mesaj Servisi) metinleri dışında bir şey okuyorsanız boş zamanı boşa harcayan zübükler şeklinde ithamlarla karşı karşıya olabiliyorsunuz. Son dönemlerde moda deyişlerden olan "Özet geç" sözüne uyayım madem; hasılı Okumayalım ulan kaçalım.. Nereye mi? Yazının bulunmaığı döneme gidelim; ama internetimiz olsun.. Kitaptı gazeteydi falan olursa akıllanırız maazallah.. Aman evlerden ırak!
18 Ekim 2010 Pazartesi
Okul, anne, toplantı.. Lanet olsun sana eğitim!
Okul? O ne ki?
Heyecanım yok, yarın okul denen bir şeye gideceğim.. Nedir ki o.. Annem, "okuma yazma öğreneceksin" dedi, okula başlamadan okumayı söken ben, bildiğim şeyi neden öğrenmeye gideyim diye düşündüm çocuk aklımla..
Sabahın erken saatinde anne zoruyla kaldırılıp "yazdan çıkıp kışa merhaba ayı" olan eylül'ün tatlı soğuğuyla bir yandan titreyip diğer yandan annemin ekmeğime sürdüğü peynirli ve reçelli ekmeği yerken daha okula gitmek ne demek olduğunu bilmeyen bana "ye hadi çalışkan oğlum" diyen anneyi kınamak seneler sonra gelen bir sitem olsun..
Okul ne demek bilmiyordum ama önlük denilen şeyi sevmiştim. Aynı resimli kitaplarda olan çocuklara benzemiştim..
Ağlamasanıza ulan
Sınıf.. buram buram vernik kokan masalarla dolu bir oda.. O yaşa kadar masada sadece yemek yemeği bilen ben, şaşkınlıkla annenin gözüne kestirdiği bir sıraya oturtmasıyla birlikte boş bakışlarla etrafımı izledim. Herkes ağlıyor.. Niye ağlıyorsunuz ulan.. Annenin evde işi var.. Gözyaşınla mı yıkayacak bulaşıkları..
Ne diyorduk?
Ufak bir girizgâhtan sonra asıl meselemize dönelim; Anne niye zorluyorsun?
Elden tutularak okula evladını bırakan anne ile başlayan ve senelerce sürecek olan öğrenci çocuk-anne savaşı..
Eğitim hayatına başlayana kadar boş boş oturan ve her şeyi oyun olarak algılayan küçük velet, bocalamaya başlar.. ve annenin sürekli "hadi oğlum oyna arkadaşlarınla" cümlesinin yerini "oğlum hadi ders çalış" cümlesi alır..
Bendeniz gibi okul hayatına uyum sağlayamamış zihniyetler hala oyun oynadığını sanarak 5. sınıfın sonuna kadar gelir.. Dandik bir eğitim sisteminden dolayı kimsenin ona ders çalışmayı öğretememesi de cabası tabi..
Çocuklar annenize söyleyin cumartesi günü toplantı var
Hasssiktir! Kaçış da yok.. Anneye söylesem ayrı bir dert söylemesem öğretmen evi arayıp "niye gelmediniz" diyecek o daha bir ayrı dert..
Anne, naber? Şey.. Cumartesi günü toplantı varmış ama çok önemli bir şey değil, para isteyecekler büyük ihtimal gitme istersen..
"Ne dediler?"
Sabah 10'da olan toplantıya anne uğurlandıktan sonra eve gelene kadar edilen tüm dualar, "olmayacak duaya amin deme" tezini kanıtlıyor adeta.. Pencerede beklenen sevgili velimiz, apartmanın önünde belirip çehresi görülünce her şey anlaşılıyor.. Buna rağmen "ne dediler?" sorusu bütün pişkinlik ve bir umutla sorulur.. 8 senelik ilköğretim hayatım boyunca annemin gittiği onlarca veli toplantı sonrası ve benim her toplantı sonrası sorduğum o yüzsüz "ne dediler?" sorusunun değişmez yanıtı, "Berbat berbat!"..
Anne yanında yavşayan öğretmen
İstisnai ve spontane bir şekilde okula gelen anne, hocayı da görmek ister.. Dersteyken adeta ağza ölük ölük sıçan, dayak manyağı eden ve her 2 lafında biri "aptall!" olan Hoca, anne yanında yanaktan bir makas alıp aynı anda "ayy, yakışıklım benim" demesi.. Geberin!
Hocayı, veli yanındayken gördüğünüz sırıtık yüz hali, Öğrencinin dehşete kapılmasına neden olurken aynı anda sabri sarıoğlu görmüş ibrahim üzülmez gibi şaşkınlıkla ağzını ayaklarına düşürür.. Bkz: :O
Kapitalizm! Göster kendini!!
Öğretmenin o sırıtık haliyle birlikte sevgili velimize söyleyeceği ilk cümle, "Çocuğunuz akıllı ama derslere vermiyor kendini, ders çalışmıyor" sonra öğrenci-veli arasına kapitalizm nasıl girer onu da, "isterseniz mehmet oğluma ders vereyim hafta sonları?" cümlesinden kolaylıkla anlayabiliyoruz..
Eğitim sistemimimizi "key words"ler halinde açıklayacak olursak, 'tembel öğrenci', 'gözünde dolar işareti beliren öğretmen', 'dayak', 'fecaat getiren toplantı', 'göstermelik müfredat' olarak sıralayabiliriz.. Ey Cem Yılmaz, sorarım sana, Eğitim Şart mı?
Heyecanım yok, yarın okul denen bir şeye gideceğim.. Nedir ki o.. Annem, "okuma yazma öğreneceksin" dedi, okula başlamadan okumayı söken ben, bildiğim şeyi neden öğrenmeye gideyim diye düşündüm çocuk aklımla..
Sabahın erken saatinde anne zoruyla kaldırılıp "yazdan çıkıp kışa merhaba ayı" olan eylül'ün tatlı soğuğuyla bir yandan titreyip diğer yandan annemin ekmeğime sürdüğü peynirli ve reçelli ekmeği yerken daha okula gitmek ne demek olduğunu bilmeyen bana "ye hadi çalışkan oğlum" diyen anneyi kınamak seneler sonra gelen bir sitem olsun..
Okul ne demek bilmiyordum ama önlük denilen şeyi sevmiştim. Aynı resimli kitaplarda olan çocuklara benzemiştim..
Ağlamasanıza ulan
Sınıf.. buram buram vernik kokan masalarla dolu bir oda.. O yaşa kadar masada sadece yemek yemeği bilen ben, şaşkınlıkla annenin gözüne kestirdiği bir sıraya oturtmasıyla birlikte boş bakışlarla etrafımı izledim. Herkes ağlıyor.. Niye ağlıyorsunuz ulan.. Annenin evde işi var.. Gözyaşınla mı yıkayacak bulaşıkları..
Ne diyorduk?
Ufak bir girizgâhtan sonra asıl meselemize dönelim; Anne niye zorluyorsun?
Elden tutularak okula evladını bırakan anne ile başlayan ve senelerce sürecek olan öğrenci çocuk-anne savaşı..
Eğitim hayatına başlayana kadar boş boş oturan ve her şeyi oyun olarak algılayan küçük velet, bocalamaya başlar.. ve annenin sürekli "hadi oğlum oyna arkadaşlarınla" cümlesinin yerini "oğlum hadi ders çalış" cümlesi alır..
Bendeniz gibi okul hayatına uyum sağlayamamış zihniyetler hala oyun oynadığını sanarak 5. sınıfın sonuna kadar gelir.. Dandik bir eğitim sisteminden dolayı kimsenin ona ders çalışmayı öğretememesi de cabası tabi..
Çocuklar annenize söyleyin cumartesi günü toplantı var
Hasssiktir! Kaçış da yok.. Anneye söylesem ayrı bir dert söylemesem öğretmen evi arayıp "niye gelmediniz" diyecek o daha bir ayrı dert..
Anne, naber? Şey.. Cumartesi günü toplantı varmış ama çok önemli bir şey değil, para isteyecekler büyük ihtimal gitme istersen..
"Ne dediler?"
Sabah 10'da olan toplantıya anne uğurlandıktan sonra eve gelene kadar edilen tüm dualar, "olmayacak duaya amin deme" tezini kanıtlıyor adeta.. Pencerede beklenen sevgili velimiz, apartmanın önünde belirip çehresi görülünce her şey anlaşılıyor.. Buna rağmen "ne dediler?" sorusu bütün pişkinlik ve bir umutla sorulur.. 8 senelik ilköğretim hayatım boyunca annemin gittiği onlarca veli toplantı sonrası ve benim her toplantı sonrası sorduğum o yüzsüz "ne dediler?" sorusunun değişmez yanıtı, "Berbat berbat!"..
Anne yanında yavşayan öğretmen
İstisnai ve spontane bir şekilde okula gelen anne, hocayı da görmek ister.. Dersteyken adeta ağza ölük ölük sıçan, dayak manyağı eden ve her 2 lafında biri "aptall!" olan Hoca, anne yanında yanaktan bir makas alıp aynı anda "ayy, yakışıklım benim" demesi.. Geberin!
Hocayı, veli yanındayken gördüğünüz sırıtık yüz hali, Öğrencinin dehşete kapılmasına neden olurken aynı anda sabri sarıoğlu görmüş ibrahim üzülmez gibi şaşkınlıkla ağzını ayaklarına düşürür.. Bkz: :O
Kapitalizm! Göster kendini!!
Öğretmenin o sırıtık haliyle birlikte sevgili velimize söyleyeceği ilk cümle, "Çocuğunuz akıllı ama derslere vermiyor kendini, ders çalışmıyor" sonra öğrenci-veli arasına kapitalizm nasıl girer onu da, "isterseniz mehmet oğluma ders vereyim hafta sonları?" cümlesinden kolaylıkla anlayabiliyoruz..
Eğitim sistemimimizi "key words"ler halinde açıklayacak olursak, 'tembel öğrenci', 'gözünde dolar işareti beliren öğretmen', 'dayak', 'fecaat getiren toplantı', 'göstermelik müfredat' olarak sıralayabiliriz.. Ey Cem Yılmaz, sorarım sana, Eğitim Şart mı?
17 Ekim 2010 Pazar
Çok iyi insan, egosal açlık çekendir
İyilik güzel şeydir vesselam.. Hele karşılıksız yapıyorsanız tadından yenmez..
" İyilik nedir?"
Karşımızdaki insana yapılan bir tür kıyak mı; yoksa karşımızdakinin yararına yaptığımız eylem sonucunda boğazdan kalbe doğru akan kaynamış boza hissi veren ahlak dopingi mi? İşte bu iki olasılıktan herhangi birisinin tam olarak doğru olduğunu söyleemize imkan yoktur.. İki olasılığın toplamından oluşan bir kavramdır bu iyilik denilen..
Etraıfınıza bir bakın, aşırı sevecen, "tuzla koşan" ve iyilik yapmayı çok seven insanları seyredin.. Yaptığı iyilik sonucu karşısındaki insanın ona duyduğu şükranla beslenen bir canlıdır bunlar.. Çok severler başkasının onlara duyduğu şükranı.. Kişisel bir eksiklik olarak hissederler şükran duygusu olmazsa. O yüzden iyilik yapmaya çok gayret ederler.
Herkes iyilik yapar, herkes sever başkasına yardımcı olmayı; fakat bu tür canlılar hayatta kendilerine amaç edinmişler sanki yardım etmeyi.. Böyle tatmin ediyorlar kendilerini..
" Ne güzel işte yararı va bana "
Evet.. Böyle bir durum da söz konusu, bunların insana büyük yararı dokunur.. Bir nevi alışveriş edersiniz onlarla.. Şükran karşılığında yararlanacağınız bir alışveriş.. Bu insanları kullanmalı, şükranları da verilmelidir.. Kullanınız..
" İyilik nedir?"
Karşımızdaki insana yapılan bir tür kıyak mı; yoksa karşımızdakinin yararına yaptığımız eylem sonucunda boğazdan kalbe doğru akan kaynamış boza hissi veren ahlak dopingi mi? İşte bu iki olasılıktan herhangi birisinin tam olarak doğru olduğunu söyleemize imkan yoktur.. İki olasılığın toplamından oluşan bir kavramdır bu iyilik denilen..
Etraıfınıza bir bakın, aşırı sevecen, "tuzla koşan" ve iyilik yapmayı çok seven insanları seyredin.. Yaptığı iyilik sonucu karşısındaki insanın ona duyduğu şükranla beslenen bir canlıdır bunlar.. Çok severler başkasının onlara duyduğu şükranı.. Kişisel bir eksiklik olarak hissederler şükran duygusu olmazsa. O yüzden iyilik yapmaya çok gayret ederler.
Herkes iyilik yapar, herkes sever başkasına yardımcı olmayı; fakat bu tür canlılar hayatta kendilerine amaç edinmişler sanki yardım etmeyi.. Böyle tatmin ediyorlar kendilerini..
" Ne güzel işte yararı va bana "
Evet.. Böyle bir durum da söz konusu, bunların insana büyük yararı dokunur.. Bir nevi alışveriş edersiniz onlarla.. Şükran karşılığında yararlanacağınız bir alışveriş.. Bu insanları kullanmalı, şükranları da verilmelidir.. Kullanınız..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)