Rahat ol, dedi.. Niye? Niye yani, neden rahat olayım dedim elimdeki tabureyi kaldırarak. Sonra elimdeki tabureyle camı kırıp abimin 6. kattaki evinden aşağıya atladım. O kadar yüksekten düşünce yere çok şiddetli çarptım.. Çarptığım yerde karınca yuvaları vardı, hepsi öldü..
**********
Gece saat 01.30 Beyoğlu.. Seni sevmiyorum dedi isyan eder sesiyle, ağladım.. Ama içime ağladım.. Yere baktım, yıldızlara baktım *o hala bana bakıyor* tramvaya baktım.. Bir anda koşarak tramvayın arkasına sarıldım.. Hayatım değişti, makinist oldum.. Evlendim, eşim güneşte çileğe dönüşürdü.. İsyankar hatunu da bir daha görmedim..
**********
Aşırı bir sıcak.. Hani şu medyanın 3 ay kaleminden eksik etmediği "cehennem sıcakları" kelimesi var ya, işte ondan.. Cehennemde sıcak görmüş sanki teres.. Neyse, öyle bir sıcak işte.. Vantilatörü çalıştırdım, evde kimse yok.. Vantilatörün motor sesiyle tavanda hülyalara daldım.. Alnımdan yanaklarıma akan boncuk terleri hissedince daldığım rüyalardan çıktım.. Bir cips/kola olsa da yesek dedim, bakkala gitmeye üşendim, yattım.. Rüyamda cips/kola vardı..
**********
Çok akıllısın değil mi? Senden bir bok olmaz olm! Şlllaankkk! Diye bir hareket çektikten sonra arkamı dönüp eve gittim. İftar olmuştu..
**********
Bağırsak kelimesi yansıma bir kelime mi? Olmasa ne olur dedim. Yansımaysa biz maydanozdan geldik, dünyadaki klavyelerin hepsindeki "T" harflerini ele geçirecekler. Ne alaka lan? dedim. Annesi yemek için balkondan ona seslendi.. Gitti.. Ben de kaldırıma oturup çakıl taşını kafamda kaç saniye tutabilirim onu denemeye başladım..
**********
Saçmasın Eren..
27 Ağustos 2011 Cumartesi
13 Ağustos 2011 Cumartesi
Maskeli Balo: Şehir Asalakları ve Devrin Adamları

“bu düzen bizi yiyecek değil; çoktan yedi ve hazmetti..”
Toplum mudur insanı değiştiren yoksa devir mi? Devrin adamı olunca mı mutlu oluruz; diğer cemiyetin mensubu olursak mı? E-) Hiçbiri?
Devir insanları ve cemiyet insanları arasında düşünce, davranış ve hayat algılayışlarında dağlar kadar fark olmasının sebebi, iki kutbun da birbirlerine karşı yaptıkları misilleme ve itirazdan doğmuştur.. Siyahlara itiraz beyazlar; refleksif olarak gerçeklere itiraz hayaller, doğa olarak yazlara kışlar gelmiştir.. Zıtlıklardan oluşan vicdani irade, yaşam ve doğa ile bezenmiş bir evren.. Kalem ve kağıt gibi birleştirici unsurların sözünün geçmediği bir dünya.. Zıttan ilham almış bir dünya politika, düzen, düzen ve düzen..
Vahşi düzenin ilham aldığı tek peridir zıtlıklar.. İlhamdan doğan ve mükemmel işleyen sistem, insanları, halkları hatta aileleri birbirinden soğuturken eseri oluşturan sanatçının tek yaptığı sermayeyi cebe indirerek olan biteni kahkahalarla izlemek..
Zıtlıklar hayatı doğurdu; ya da doğuramadan düşük yaptı.. Her devrin ideolojisine karşı var olan diğer ideolojiler bıçak bileyip lider ideolojiye karşı itiraz olarak yeniden doğdu, daha ateşli bir şekilde liderin karşısına geçti.. Haklı olarak...
Muhalif hep fevri ve asabi oldu, lider kutup hep sakin ve cüretkar.. Devir değiştiğinde roller de değişir, daha da gelişir farklı bir şekle evrilerek yeni itiraz ve ideolojileri oluşturur..
Günümüz ideolojisi ve misillemesi de tarihten beri süregelen bu kısır döngüye uyarak hiçbir figür kaçırmadan aynı adımlarla tangosunu sürdürmektedir..
Yeni Türkiye düzeninde iki kutup yerine 3 kutup ve bir “yancı” bulunuyor.. Lider muhafazakarlar, ona itiraz olarak alevlenen laikler, maneviyattan öte maddi çıkarları doğrultusunda lider ideoloji ile namaz kılıp, laiklerle şarap içenler ve kutbunu bulamayıp kendini kutbunu çizenler..
Kutupları çizenler kitleleri peşine sürüklediğinde ise kutuplar bir avuç kum tanesi sayısı kadar çeşitleniyor.. Günümüzde devrin adamı muhafazakar “Yunus Bey” ve ona misilleme laik “ Cumhur Bey” var. Muhafazakar Yunus gayet sakin ve barışçıl söylemlerde bulunan sıranın başındaki maskeli adam, diğer yanda itiraz edeyim derken kutbunu bulamayan kitlelerden kendisini soğutan laik maskeli cumhur.. Devrin adamı Yunus, girdiği ortamda tüm işlerinde Allah’ı katar, kitlelerin duygularını kendi cemiyeti içinde bulunan döviz bürosunda bozdurarak maddeye; sermayeye dönüştürür.. Pahalı arabalara biner, eşleri marka başörtüleri alır ve taktığı türbanın markasını ense kökünden sarkıtarak herkese gösterme çabasına girer.. Ticaretleri kendi içlerinde olur, başkasını katmazlar, gözü bozuksa siyah, kalın çerçeveli gözlük takar, içki içmez, kazak altına gömlek giyer, iki ucu olmayan bıyıkla dolanır, kimin bir işi daha iyi yaptığına bakmadan kendi ideolojisindeki adamı yüksek mevkiilere yönlendirir, başı açık kadınlara iyi gözle bakmaz ama karşısındakine belli de etmez, pahalı arabalara biner, lider ideolojiye mensup olmasının kaymağını yer; bitince parmağıyla sıyırır ve yeni kaymaklar ister, o kaymaklar gelir de.. Zikri dolara endekslidir, aynı gazeteyi okur, aynı kanalı izler, aynı bankaya sermayelerini yatırır, aynı şarkıları dinler tektipleşir, cemiyetindeki insanlar birey değil; cemiyetin tamamı yalnızca tek bireydir..
Kendisinin doğru kıldığı olguları, özgürlük olarak nitelendirir. Amaçları her kesimi ve herkesi kendi tavalarında kısık ateşte eriterek ideolojisini bucaksızca hakim kılmasıdır başat amacı..
Laik maskeli misillemeci Cumhur ise kitlelere bu döviz bürosundan bahsederken ideolojisinin çemberinden çıkarak başka alemlere kaydırıverir.. Muafazakarlığa misilleme yapayım derken dine itiraz ederken buluverir kendini.. Lider ideolojiden olanlar; cumhur’a göre cahil, bilgisiz ve saftır..
Kapalılara saygısı sonsuz gibi görünüp içlerindeki müthiş önyargıyı bahçe hortumuyla sulayarak daha da köklenmiş bir şekilde büyütür.. Cumhur, Yunus’un yaptığı her şeye karşı çıkar, din kelimesinin D’si okunsa direkt karşı atağa hazırlanır.. cumhur şehrin adamıdır, her şeye karşı gelen asalağa evrilmiş durumdadır.. Türbanlı aptaldır, çağ dışı varlıktır, namaz kılana mesafelidir, içki içmeyi, 2 parmak etek giymeyi özgürlük sanır, kendi ideolojisinden bihaber yeni bir ideoloji oluşturur kafasında bilmeden.. Zihin refleksinin hat safhalara çıktığı bir ideolojik evrime geçer.. Laikliğin din ve bürokrası ayrımı olduğunu unutup dinsel her unsuru yıkmak başat amacıdır.. Cumhur zamanında lider ideolojiyken, ezanı Türkçe okutmuş, üniversitelerde ikna odaları kurmuş ve laik rejime karşı olanları sert bir şekilde kabuğuna yollamıştır.. Devrin değişip rollerin takas edildiği dönemde ise aynı durumları “Yeşil” gözlükle izlemekteyiz.. Asker bastırılmış, bürokrasiye din katmış, muhalefeti, kendi muhalifken karşılaştığı zorluklardan çok daha sert bir şekilde misillemesini yapmıştır..
Cumhur kendini laik olduğu için modern ve batılı sanmaktadır.. Açık giyinir, ahlaksızlığı modernitenin olmazsa olmazından sayar.. Yunus ahlaka çok önem verir fakat, ahlakı namus ve imandan oluştuğunu sanır.. Haysiyetsizliğin ve karaktersizliğin her türlüsünü yapar ve kendisine ahlaklı der.. Maskeler düştüğü anda yunus ve cumhur ne yapacaklarını bilemezler, tırnak ucunda beyin hücrelerine kadar hırsla dolmuş birer canavar olduklarını kitlelere gösteriverirler.. Arasıra maskelerinin bağı çözülerek düşüveriyor; fakat bu önemli anları gerek medya, gerekse işleri sakata gelecek olan büyük sermaye sahibi patronlar yayımlamaya izin vermiyor.. Anadolu’daki hala ideolojisini ahlak üzerine kurulduğunu, İzmir’deki ise ideolojisinin Ata’ya baktığını sanıyor..
Gelelim yancı ideolojiye.. Bunlar devrin tilkileridir.. Kalan artıkları yer, iki devletin çarpıştığı savaşın ardından kalanları toplayarak, kazanan devlete sonsuz saygı ve nezaketle yaklaşır..
Bir Yunus veya Cumhur değildir; Ahmet, Mehmet, Ali veya Veli’dir bunlar.. Liderle namaz kılıp karşı kutupla şarap içer.. Hep karlı çıkarlar, kitleler onlara karşı nötrdür, onlar ise kitlesine göre tüm fraksiyonunu yeniden programlar..
Bir de hiçbir kutbu kendisine yakın hissedemeyen araf sakinleri vardır.. bunların kimseye yararı veya faydası yoktur, etraflarında sevlirler ama onlardan biri olmazlar.. İki tarafa da saygılı olup kendi kutbunu kendi içinde çizmiştir, ideolojisini duyurarak kitleleri peşinden sürüklemek yerine fikrini kendi içinde yaşar.. Sorana söyler ama propagandasını yapmaz.. Maskesi yoktur fakat makyajı vardır.. İki tarafı da kırmak istemez, sivri fikirlerini ortaya atarak sevdiği insanların kendisinden uzaklaşmasını istemez.. Aslında onun yaptığı ideolojilerin en zorudur.. Suskunluk sarmalı teorisinden etkilenmemeye çalışır, yalnız kalabilme olasılığı diğer görüşlerden pekala çok daha fazladır.
Mutludur, mutlu kalmaya devam edecektir, zıtlığı oluşturan sermaye sahipleri
olanları balkondan gülerek izlerken, bu arkadaş sermaye sahibi balkonda arkası
dönükken ona bakarak “amma büyük götü varmış” diye düşünür.. Başlığa istinaden
aklıma geldi söyleyim, maske filmi ve çizgifilmi çocukluk dönemimi şenlendiren
önemli bir etken idi..
6 Ağustos 2011 Cumartesi
İSTANBUL'A ARA! 24 SAAT ANKARA

--------- ------------
Ankara'nın en çok Fatih Ekspresini seviyorum.
300 KARE FOTOĞRAF ÇEKERİM DEMİŞTİM 70 KARE ANCA ÇIKTI..
KIZILAY MEYDANINDA MEYDAN YOKMUŞ Kİ?!
BEĞENMEDİM AMA ÖZLEDİM?
--------- ------------
Ankara.. Güzel bir memleket mi diye sorarsanız bunun cevabı bende hayır olacaktır.. Fakat bu şehirde bir farklılık var.. "kadın severse" durumu bu şehrin karakterine yapışmış.. Hani olur ya kız çok aşıktır herif ne kadar hayvan olursa olsun onu bırakamaz.. İşte Ankara'da da bu var.. Beğenmedim şehri fakat nedensiz bir özlem duyuyorum..
-------------------------------------------------------------------------------------
23.30 Fatih ekspresine haydarpaşa'dan bindiğimde hem trenle yaklaşık 8,5 saat gideceğim için mutluydum hem de senelerdir içimde ukte kalan Ankara merakımı giderecektim. Malum ekspresin hareketlenmesiyle, tren insanlarını şöylecene bir süzdüm.. Tren henüz yeni kalkmasına karşın Fatih ekspres / vagon no 3 sakinleri uyumaya başladı. İç seslerim haricinde vagonda duyduğum tek ses ray ve trenin elektrik aksamıydı. İnsanların öyle bir hali vardı ki, sanki tren sonsuza kadar yol alacakmışçasına, sonsuz durağında ineceklermiş gibi sakindi, 3 nolu vagon sakinlerinin ruhları, sanki iblisin kamışıyla tek solukta çekilmiş insan doluydu.. Ve donduran klimalar..
8 saatlik yolculuğun bana öğrettiği bir şey daha var, sigaraya eskisi kadar bağımlı değilim.. kafanın tutması galan yok.. 8 saat boyunca sırf atraksiyon olsun, tuvalette gizli içeyim heyecan oluşturayım mantığıyla içtim ateşten çubuğu..
Ekspreste 4 saat kadar gözlerimi açık tuttuktan sonra bir saat de kestirdim.. Uyandığımda saat sabahın 4'ü idi. Uykum var fakat uyuyamıyorum, Ankara'yı görmenin heyecanından olsa gerek diye düşündüm..
Eskişehir durağına geldiğimizde vagon 3 sakinleri yine o somurtuk yüzleriyle trenden indiler. Ben de fırsattan istifade ederek yan tarafımda boş bulduğum çift koltuğa ayakkabılarımı da çıkararak uzandım.. Sabah tam 6'da uyandım.. Pencereden dışarı bakayım dedim, karşımda mükemmel bir başak tarlası vardı.. Güneş günün tazeliğiyle "Ooo ali'm hoşgeldin" diyerek yaktı ilk ışığıyla yüzümü.. Gün ışığı o kadar güzeldi ki sarı başak tarlalarına vurduğunda o tarlalar cenneti andırıyordu.. 'Hala uyuyor muyum' diye kendime cimcik bile atmama sebebiyet veren, o kadar masalsı bir manzaydı.. Tarlanın hemen sonrasında istasyona girdik, neredeyiz diye bakarken Polatlı'da olduğumuzu gördüm.. Sevindim.. Henüz ayak basamasam da artık Ankara sınırı içerisindeydim..
Daha trenden inmeden Ankara'nın semtleri hakkında yorumlara başlamıiştm bile.. Trenden inene kadar Ankara'nın neresini gördüysem beğenmedim.. Trenden indiğimde "Asıl Ankara'yı göreceğim nasıl olsa" şeklinde kendime telkinlerde bulunurken nihayet Ankara Gar'a ulaşmıştım.. İndiğimde sabah saat 8'e geliyordu. Yine tatlı bir güneş..
Klasik mi değil mi bilmem ama Ankara'ya ayağımı basar basmaz Kızılay'a gelmiştim.. Saat 9'a geliyordu, sokaklar tenhaydı, bir koşuşturma vardı, boş boş ve amaçsız gezen insan görmüyordum. Herkes bir amaç doğrultusunda hareket ediyordu.. Bu, insanların attığı adımlardan; yürürken bedenlerini savurmalarından belliydi..
Her şehrin bir taksimi var sözünü kanıtlar ayarda bir de konur sokağına gittik.. Kahvaltı yaptığım yerde yediğim hiçbir şey güzel değildi, böreği önüme buz gibi koymasalardı; -hani kullanmasam dahi- nezaketen de olsa böreğin yanına bir de çatal/bıçak verselerdi kötü olmazdı.. Fakat Ankara'da hangi mekanda oturduysam servis fena derecede hızlı.. Gerek restoran gerek cafelerinde her yerde böyle..
Ankara'da dolaşırken Ankara'da olduğumu unutup durdum... İstanbul insanından hiçbir farkını göremedim. Hırt olan insan her yerde hırttır sonuçta. Bunu bir şehrin bütün insanlarına yaymak hırtlıktır kanısındayım.. Otobüs şoförleri lafını esirgemiyor, İstanbul'daki şoförler yolcu bir şey söyledi mi tek kelam etmezken Ankara'nın şoförleri size cevap veriyor hararetli bir biçimde atışabiliyorsunuz.. Dipnot düşersek, otobüste söz dalaşı hoşuma gitti..
Eskişehir'de gördüğüm blok yapılaşmayı Ankara'da da gördüm. Dağların arasında kalan bir düzlüğe (evet düzlüğü yüksek bir tepeden bakınca açıkça fark edebiliyorsunuz) Modernleşme ve kentleşme konularında şehre makyaj yapılsa da oranın coğrafi konumunu değiştiremiyor.. Binalar adeta klegoyı andırıyor, yeni yapılar özellikle, düşünün ki Buckingham Ssrayı'nın Bağcılar'a kurulduğunu.. Anladınız.. Şayet altyapı yoksa yine Sırıtan modernite, abes bir rekonsüktrüsyon..
Az önce yukarıda insanlarının hepsine hırt demek çok yanlış olduğunu söyledim, fakat insanlar fotoğraf konusunda maalesef hırtlar.. Makinenizi çantadan çıkarttığınızda kendinizi çok rahat hissedemiyorsunuz; çünkü etrafta tuhaf bakışlar üzerinizde oluyor. Gülhan hanım bir ara makinemi çantama koymam için ağlayacaktı..
Adamlar her yeri "Gökçek&" ile sarmış resmen.. Gökçek parkı, iş hanı, marketi her şeyi vardı.. Şehrin genel karakteri bürokrasi kokuyor sanıyordum, fakat öyle değilmiş, bürokrasiden daha koyu daha derinsel eksi; dört derecede dışarıda kalan tel dolap edası vardı Ankara karakterinde.. Soğuk..
Turist yoktu.. DÜnyadaki başkentlere bakarsak genellikle ülkelerin en çok turist çeken şehirleri olur.. Edinburgh, Amsterdam, Lonrdra, Madrid, Moskova gibi.. Ankara'da ise bir gavur yok arkadaş.. -Haklı olarak-
Ankara'nın gezilecek görülecek yerleri bir elin bir parmağı etmez.. Anıtkabir, Konur, Meşrutiyet, Tandoğan gibi tanınmış caddelerine gördüm. Gezilecek tek yer Anıtkabir ve Sakarya olduğunu söyleyebilirim.. Başkent olmasa klasik bir Anadolu kentinden ne farkı kalır? diye sorarsanız benim şahsi fikrim şu olur, Eğer sevgilinin doğup büyüdüğü topraklar olmasaymış Ankara pek bir şey değilmiş..
EKSİLER:
(şayet istanbul'dan geliyorsanız)Zahmetli ve uzun yol, yakıcı güneş, fotoğraf meselesi ve -legovari- yapılar, blok blok evler.. Sıcak bir ortamın olmaması.. Yemekleri güzel değil, kaldırımlar nedendir bilinmez AKP'yi hatırlatıyor..
ARTILAR:
Şehir içi her yere kolay ulaşım, Sakarya Caddesi (Bir daha gidersem buradan çıkmam herhalde), gölgede serinleyebilmek.. Otobüs şoförleri, sempatik yaşlı dayılar..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)