
--------- ------------
Ankara'nın en çok Fatih Ekspresini seviyorum.
300 KARE FOTOĞRAF ÇEKERİM DEMİŞTİM 70 KARE ANCA ÇIKTI..
KIZILAY MEYDANINDA MEYDAN YOKMUŞ Kİ?!
BEĞENMEDİM AMA ÖZLEDİM?
--------- ------------
Ankara.. Güzel bir memleket mi diye sorarsanız bunun cevabı bende hayır olacaktır.. Fakat bu şehirde bir farklılık var.. "kadın severse" durumu bu şehrin karakterine yapışmış.. Hani olur ya kız çok aşıktır herif ne kadar hayvan olursa olsun onu bırakamaz.. İşte Ankara'da da bu var.. Beğenmedim şehri fakat nedensiz bir özlem duyuyorum..
-------------------------------------------------------------------------------------
23.30 Fatih ekspresine haydarpaşa'dan bindiğimde hem trenle yaklaşık 8,5 saat gideceğim için mutluydum hem de senelerdir içimde ukte kalan Ankara merakımı giderecektim. Malum ekspresin hareketlenmesiyle, tren insanlarını şöylecene bir süzdüm.. Tren henüz yeni kalkmasına karşın Fatih ekspres / vagon no 3 sakinleri uyumaya başladı. İç seslerim haricinde vagonda duyduğum tek ses ray ve trenin elektrik aksamıydı. İnsanların öyle bir hali vardı ki, sanki tren sonsuza kadar yol alacakmışçasına, sonsuz durağında ineceklermiş gibi sakindi, 3 nolu vagon sakinlerinin ruhları, sanki iblisin kamışıyla tek solukta çekilmiş insan doluydu.. Ve donduran klimalar..
8 saatlik yolculuğun bana öğrettiği bir şey daha var, sigaraya eskisi kadar bağımlı değilim.. kafanın tutması galan yok.. 8 saat boyunca sırf atraksiyon olsun, tuvalette gizli içeyim heyecan oluşturayım mantığıyla içtim ateşten çubuğu..
Ekspreste 4 saat kadar gözlerimi açık tuttuktan sonra bir saat de kestirdim.. Uyandığımda saat sabahın 4'ü idi. Uykum var fakat uyuyamıyorum, Ankara'yı görmenin heyecanından olsa gerek diye düşündüm..
Eskişehir durağına geldiğimizde vagon 3 sakinleri yine o somurtuk yüzleriyle trenden indiler. Ben de fırsattan istifade ederek yan tarafımda boş bulduğum çift koltuğa ayakkabılarımı da çıkararak uzandım.. Sabah tam 6'da uyandım.. Pencereden dışarı bakayım dedim, karşımda mükemmel bir başak tarlası vardı.. Güneş günün tazeliğiyle "Ooo ali'm hoşgeldin" diyerek yaktı ilk ışığıyla yüzümü.. Gün ışığı o kadar güzeldi ki sarı başak tarlalarına vurduğunda o tarlalar cenneti andırıyordu.. 'Hala uyuyor muyum' diye kendime cimcik bile atmama sebebiyet veren, o kadar masalsı bir manzaydı.. Tarlanın hemen sonrasında istasyona girdik, neredeyiz diye bakarken Polatlı'da olduğumuzu gördüm.. Sevindim.. Henüz ayak basamasam da artık Ankara sınırı içerisindeydim..
Daha trenden inmeden Ankara'nın semtleri hakkında yorumlara başlamıiştm bile.. Trenden inene kadar Ankara'nın neresini gördüysem beğenmedim.. Trenden indiğimde "Asıl Ankara'yı göreceğim nasıl olsa" şeklinde kendime telkinlerde bulunurken nihayet Ankara Gar'a ulaşmıştım.. İndiğimde sabah saat 8'e geliyordu. Yine tatlı bir güneş..
Klasik mi değil mi bilmem ama Ankara'ya ayağımı basar basmaz Kızılay'a gelmiştim.. Saat 9'a geliyordu, sokaklar tenhaydı, bir koşuşturma vardı, boş boş ve amaçsız gezen insan görmüyordum. Herkes bir amaç doğrultusunda hareket ediyordu.. Bu, insanların attığı adımlardan; yürürken bedenlerini savurmalarından belliydi..
Her şehrin bir taksimi var sözünü kanıtlar ayarda bir de konur sokağına gittik.. Kahvaltı yaptığım yerde yediğim hiçbir şey güzel değildi, böreği önüme buz gibi koymasalardı; -hani kullanmasam dahi- nezaketen de olsa böreğin yanına bir de çatal/bıçak verselerdi kötü olmazdı.. Fakat Ankara'da hangi mekanda oturduysam servis fena derecede hızlı.. Gerek restoran gerek cafelerinde her yerde böyle..
Ankara'da dolaşırken Ankara'da olduğumu unutup durdum... İstanbul insanından hiçbir farkını göremedim. Hırt olan insan her yerde hırttır sonuçta. Bunu bir şehrin bütün insanlarına yaymak hırtlıktır kanısındayım.. Otobüs şoförleri lafını esirgemiyor, İstanbul'daki şoförler yolcu bir şey söyledi mi tek kelam etmezken Ankara'nın şoförleri size cevap veriyor hararetli bir biçimde atışabiliyorsunuz.. Dipnot düşersek, otobüste söz dalaşı hoşuma gitti..
Eskişehir'de gördüğüm blok yapılaşmayı Ankara'da da gördüm. Dağların arasında kalan bir düzlüğe (evet düzlüğü yüksek bir tepeden bakınca açıkça fark edebiliyorsunuz) Modernleşme ve kentleşme konularında şehre makyaj yapılsa da oranın coğrafi konumunu değiştiremiyor.. Binalar adeta klegoyı andırıyor, yeni yapılar özellikle, düşünün ki Buckingham Ssrayı'nın Bağcılar'a kurulduğunu.. Anladınız.. Şayet altyapı yoksa yine Sırıtan modernite, abes bir rekonsüktrüsyon..
Az önce yukarıda insanlarının hepsine hırt demek çok yanlış olduğunu söyledim, fakat insanlar fotoğraf konusunda maalesef hırtlar.. Makinenizi çantadan çıkarttığınızda kendinizi çok rahat hissedemiyorsunuz; çünkü etrafta tuhaf bakışlar üzerinizde oluyor. Gülhan hanım bir ara makinemi çantama koymam için ağlayacaktı..
Adamlar her yeri "Gökçek&" ile sarmış resmen.. Gökçek parkı, iş hanı, marketi her şeyi vardı.. Şehrin genel karakteri bürokrasi kokuyor sanıyordum, fakat öyle değilmiş, bürokrasiden daha koyu daha derinsel eksi; dört derecede dışarıda kalan tel dolap edası vardı Ankara karakterinde.. Soğuk..
Turist yoktu.. DÜnyadaki başkentlere bakarsak genellikle ülkelerin en çok turist çeken şehirleri olur.. Edinburgh, Amsterdam, Lonrdra, Madrid, Moskova gibi.. Ankara'da ise bir gavur yok arkadaş.. -Haklı olarak-
Ankara'nın gezilecek görülecek yerleri bir elin bir parmağı etmez.. Anıtkabir, Konur, Meşrutiyet, Tandoğan gibi tanınmış caddelerine gördüm. Gezilecek tek yer Anıtkabir ve Sakarya olduğunu söyleyebilirim.. Başkent olmasa klasik bir Anadolu kentinden ne farkı kalır? diye sorarsanız benim şahsi fikrim şu olur, Eğer sevgilinin doğup büyüdüğü topraklar olmasaymış Ankara pek bir şey değilmiş..
EKSİLER:
(şayet istanbul'dan geliyorsanız)Zahmetli ve uzun yol, yakıcı güneş, fotoğraf meselesi ve -legovari- yapılar, blok blok evler.. Sıcak bir ortamın olmaması.. Yemekleri güzel değil, kaldırımlar nedendir bilinmez AKP'yi hatırlatıyor..
ARTILAR:
Şehir içi her yere kolay ulaşım, Sakarya Caddesi (Bir daha gidersem buradan çıkmam herhalde), gölgede serinleyebilmek.. Otobüs şoförleri, sempatik yaşlı dayılar..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder